Kemâl Özer
Eklenme Tarihi: 04 Ekim 2011 00:00
Diyanet’i nasıl bilirsiniz?
Diyanet İşleri Başkanı değişip, Prof Dr Mehmet Görmez hoca yeni başkan olunca, bir dostumla birlikte Başkan beye, toplumun temel bir sorunu ile ilgili hem bir gazeteci hem de bir STK lideri olarak bilgi vermeyi planladık.
Bunun içinde, 9 Mayıs günü Diyanet İşleri Başkanlığı özel kalemini arayarak randevu talep ettik. Bir müddet cevap bekledik, gelmedi. Talebimizi yazılı ve sözlü olarak tekrarladık. Günler haftalar geçti, yine olumlu olumsuz bir cevap yok.
Vazgeçmedik, talebimizi tekrarladık. Yine dönmediler, yine tekrarladık. Her defasında bize döneceklerini belirtiyorlar. Haftalar hatta aylar geçmeye devam ediyor, lakin olumlu olumsuz hiçbir dönüş hâlâ yok. Dahası her aradığımızda kaydımızın olmadığını belirtip, bilgilerimiz ve görüşme gerekçemiz yeniden alınıyor. Bu tekrarların kaç kez olduğunu biz dahi unuttuk.
Israrımızı sürdürüyor ve farklı kaynaklardan girişimlerde bulunuyoruz. Her defasında daha güçlü ‘elbette’ cevapları alıyoruz. Ama yine hiçbir gelişme yok.
Bir dostumuzun, Diyanet’ten bir daire başkanlığına atandığını öğrenince, tebrik için e-posta gönderdim. Ramazan’ın ilk günü geri döndüler. Bende kendilerine durumu bilgi babından ilettim.
Dostumuz, önerimizin çok isabetli olacağını ve Görmez hocanın da çok ilgi duyacağını belirterek, özel kalemle, gerekirse Başkan’la görüşüp, dönülmesini sağlayacağını belirtti. Ramazan’ın 3. haftası oldu, yine bir dönüş yok.
Bu kez, Din İşleri Yüksek Kurulu’ndan bir dostumuz aradı. Kendileri ile sohbet ederken, yaşanan ciddiyetsizlikten duyduğum üzüntüyü yine bilgi babından aktardım ve konuyu yazacağımı belirttim. ‘Bence şimdilik yazmayın, ben şikâyetinizi ileteyim’ dedi. Hatta Diyanet’in helâl gıda konusunda bir sempozyum çalışması olduğunu, bendenizin de tebliğ sunmam için teklifte bulunduğunu belirtip, aranıp aranmadığımı sordular. ‘Hayır’ deyince, şimdiye kadar aranmış olması gerektiğini belirtti.
Ramazan’dan sonra başka bir nedenle yaptığımız e-postalaşmada tekraren aranıp aranmadığımı sordu. Ne yazık ki, hâlen de olduğu üzere aranmamıştım.
Ümidimizi kaybetmiş değiliz, hâlâ bekliyoruz. Ola ki, bir gün ararlar. Nasılsa daha kıyamete vakit var.
Anlaşılan o ki; Diyanet’te, daha da özelde özel kalemde işler ‘saldım çayıra…’ durumunda.
Aslında bizi arayıp aramamalarının hiçbir önemi yok. Görmez hocayı cebinden de arar, konuşabilirim. Mesele bu değil. Mesele, Diyanet gibi bir kurumun içine düştüğü ‘kaotik’ durum.
Üzüntü duyduğumuz şey, sıradan bir kurumda bulunması gereken yönetim ciddiyetinin bu kurumda olmaması.
Daha da üzücü olan, temsil iddiasında oldukları dinin, Müslümanlara yüklediği haslete zarar vermeleri.
Zaten gerisi, bürokrasimizin klasik numaralarından biri.
Göreve yeni gelmişsiniz, herkesin sizden bir beklentisi var. Kimisi tayin, kimisi terfi, kimisi başkaca beklentiler içinde.
Bizimse tek beklentimiz var, o da toplumun genel beklentisinden öte değil.
Tek arzumuz, Diyanet’in bugüne kadar neredeyse hiç ilgi duymadığı bir konuda kendilerine bilgi sunmak. Üstelik bu bilgiyi sunmak için zaman ve para harcayacağız. Karşılığında ise hiçbir talep ve beklentimiz yok.
Bu arzumuzu da, her aramamızda geçirildiğimiz ahiret sualinde ve yazılı mektubumuzda iletmişiz.
Mehmet Görmez hocanın da bu önerimize asla itiraz etmeyeceğini, bilakis memnun olacağını da bir vesile biliyoruz.
Lakin burası ‘Diyanet’ ve burada, klasik ve modern dünyanın iletişim biçimi muhtemelen geçerli değil.
Bizden bu kadar, gerisi eskilerin tabiriyle “böyüklerimizin bileceği bir iş” ve vardır bizim aklımızın ermediği bir boyut...
Siz, Diyanet’i nasıl bilirsiniz bilmiyorum, ama ben hâlâ iyi bilmek istiyorum. Aksi durumun kimseye yararı yok.
www.twitter.com/ozerkemal
www.kemalozer.com
Yorum Yap
Yorumlar