Manifesto

 M A N İ F E S T O M U Z 
 
İlk insandan bugüne, hayatımızın devamlılığını sağlayan temel unsur: Gıda!

İlk insanın beslenme alışkanlıkları ile binlerce yıl sonra bizlerin beslenme alışkanlıkları arasında -ürün çeşitliliği ve üretime katılan materyal bir kenara bırakılırsa- fazla bir fark olduğu söylenemez.

Önce ihtiyacı olan gıdaları üreten, sonra ürettiği gıdalardan tohumu ve fidanı ile hayatın devamlılığını sağlayan, son olarak da milletlere ayrıldıkça ticârî bir araç hâline dönüşen gıda; bugün sayılan işlevlerinden farklı olarak aynı zamanda uluslararası siyasetin ve küresel kapitalizmin elinde tehlikeli bir silahtır.

Tarih kitapları yeryüzündeki savaşları sınıflandırırken, ganimet ve dînî gerekçelerle yapılan savaşlar, enerji savaşları (petrol) ve su savaşları olarak sınıflandırıyor.

İnsanlığın en karanlık asrı olan 20. yüzyıl, tarih boyunca savaşın her türüne şahitlik etti. Bugün ise adına ‘gıda savaşları’ diyebileceğimiz bir yeni savaş türü yaşanıyor. Herkesin gözü önünde yaşanan bu savaştan da anlaşılıyor ki; 21. yüzyıl öncelikle ve daha tehlikeli gıda savaşlarına sahne olacak.

Küresel kapitalizm ve emperyalizm insanlığın ihtiyaç duyduğu temel ihtiyaçları tekelinde tutarak, insanlığı hükümranlığı altına alıyor.

Önce yeraltı kaynakları, sonra yerüstü kaynakları, en son olarak da vazgeçilmez temel ihtiyaçlarımızdan su ve gıda, uluslararası kapitalizmin ve emperyalizmin elinde benzersiz bir silaha dönüştü.

Her şey gözlerimizin önünde olup biterken; yaşananlara bu derece bîgâne kalmamızın kolayca izah etmek güç.

Kurnazlığın, aymazlığın, umursamazlığın, bananeciliğin, hilenin, sahtekârlığın hatta ihanetin her türüyle karşılaşabileceğimiz Türkiye, ne yazık ki tohum, gıda ve sağlık gibi alanlarında da izini sürdüğü Batı yüzünden sabıkalı bir ülke!

Sözde modern usûllerle üretilen zirâî ürünleri, alıcı ülke gümrüklerinden geri dönerken; iç pazarda arz-ı endam ediyor. Ne acıdır ki toplum bunu bir fırsat olarak görüyor.

Fıtratıyla oynanıp farklı adlarla meşrulaştırmaya çalışılan kısır ve değersiz sahte tohumlar, insan, hayvan ve bitki düşmanı sentetik kimyevî sözde zirâî ilaçlar, hiçbir ahlâkî ölçü olmaksızın fütursuzca kullanılan katkı maddeleri, tohum ve gıdalara verilen radyasyon, gümrükler dâhil dört bir yandan elini kolunu sallayarak giren genetiği değiştirilmiş modern canavarlar, inancımızla alay ederek üretilen domuzlu hatta insan katkılı ürünler kısaca muhtevasını ve menşeini bilmediğimiz sentetik kimyevî mâmüller, insanlığın ve dolayısıyla Türkiye insanının yeni ve en büyük düşmanı.

Dağları, tepeleri bitmiş gibi en verimli tarım alanlarını ve meraları yapılaşmaya açılan Türkiye’de insanlar topraktan, köylülükten ve çiftçilik yapmaktan utanır hâle getirilmiştir. 4+4+4 eğitim sistemi ile diğer meslekler gibi çiftçilik de öldürülmüş, tarımın büyük kartellerin mesleği hâline getirilmiştir.
 
İnsan ve toplumun inancıyla uğraşmaktan bitap düşmüş bu ülkenin ziraat, gıda ve sağlık mesellerini önemsemesi beklenemezdi. Ancak şartlar değişti fakat ziraata dair zihniyet değişmedi. 
 
Global soykırıma âlet olup nüfusun çokluğunu bahane ettiler. Oysa ne nüfus çoktu ne de toprak yetersizdi. Daha sonra verimli arazilerin yerleşim alanı yapılması için şehirleşme modelleri erozyona uğrattılar. ‘Tarım alanlarının azlığı ve verimsizliği’ gibi bir safsata ile beyinler yıkadılar.
 
Sanayi devrimi yalanıyla topraktan utandırılan, toprağı işlemek yerine kahvehanede oyun oynaması özendirilen halk kitleleri sanayi devriminin üzerlerine çökmesiyle, işsiz ve umutsuz bırakıldılar. Uluslararası tröstler bugünler için vardı ve çöreklenmekte gecikmediler. Daha kolay üretim, daha fazla verim ve daha fazla kazanç vaadiyle aldatılan çiftçi, daha kolay üretti üretmesine ama daha fazla kazanamadı. Sonunda hem sağlığını hem birikimini hem tarlasını kaybetti. Hepsinden de önemlisi geleceğini…

Bu sayede köyde-kentte yetişen ve geleneksel yöntemlerle elde edilen tabiî tohumlar ve ürünler yerine; laboratuar ortamında şekillendirilen, artık tohum vermeyen, görünümü aynı olsa da tadı, kokusu, rengi, lezzeti ve dayanıklılığı aynı olmayan kısır hibrit tohumlara ve bu sayede tek kalıptan çıkmış, her mevsimde sofraları süsleyen bu daha dayanıklı ürünler, içerdiği sentetik ölümcül kimyasallar, tüketeni kısırlaştıran yapısı sayesinde insanlığın kâbusu oldu hâline geldi.
 
Şimdi tohumu geleneksel, hibrit ve gdo’lu şeklinde tasnifliyorlar. Oysa gerçek iddia ettiklerinden çok farklı. Hakikatte fıtratıyla oynanmış ve fıtratıyla oynanmamış olmak üzere sadece iki tohum vardır.
 
Kurdukları kirli düzeni devamı için tabiatla, çevreyle, bitkilerle, hayvanlar ve ‘eşrefi mahlûkat’ olan insanla savaşan bu şeytânî yapılar şimdi tüm canlıların Genetiği Değiştirilmiş Organizmalı (GDO) ürünlerle tehdit ediyorlar.
 
Bu insanlık ve fıtrat düşmanı düşünce, sistem ve yöntemlerle ‘tabiî’ olan, tarihte bırakılmaya çalışılıyor. Oysa önüne gelen herkes ürününün ‘doğal’, ‘organik’, ‘köy’, ‘helâl’ olduğu iddiasındadır. Ancak artık doğal olan, yalan olanla eşitlenmiştir.

Materyalizmin kölesi gibi düşünüp hareket eden, inançlara, felsefî görüşlere, beslenme kültürlerine saygısız bir takım üreticilerin yanı sıra, bunları eğiten, yönlendiren akademik ve bürokratik çevrelerin yanı sıra bilgi ve endişeden mahrum yeni tip tüketiciler sayesinde fıtrî yapı bozulmuş; zirâî ürünlerden elde edilen ürünlerin menşei hakkında bilgi sahibi olamadığımız gibi doğru bilgiye erişmemizi engelleyen karmaşaya eklenen mâlum bürokrasi ve sorumsuz siyaset sayesinde, insan neslinin savunma sistemi zayıflatılmıştır.

Zorla dayatılan onlarca çeşit aşı, muhtevasından bihaber olduğumuz ilaçlar, zirâî ürünlerin gıda olma vasfını tahrip eden endüstriyel yöntemler ve yüzlerce sağlıksız katkı maddesi ile tabiatı bozulan insanlık, bu yapay ve mahzurlu sözde ‘gıda’ endüstrisi ve mâmülleri sayesinde her gün hasta ve her günü hastane koridorlarında geçen ilaç maymunlarına dönüştürülmüştür.
 
İnsanlık bu sayede, ‘kazan kazan’ formülünün uygulandığı günümüz gıda ve sağlık endüstrisinden, kayıp üstüne kayıplar vermektedir. 

Bozuk yağlar, yağ gibi kaygan insan modeli, konserve tüketen prematüre insan tipi, paketlenmiş ürünler sayesinde ruhunu kaybetmiş ‘moda mankeni insanlar’ elde etmek için ne gerekiyorsa yapılmıştır. Bu çaba olanca hızıyla hâlen de devam etmektedir.

Yeni nesil gerçek sütü bilmiyor, ayran içmemiş, hoşafı-kompostoyu duymamış ancak içindeki sağlıksız, kalitesiz, güvensiz renklendirici, tatlandırıcıların yanı sıra bağımlılık yapan, yiyecek ve içecekler sayesinde adeta "hazzın ve lezzetin kölesi" hâline getirilmiştir. Şairin tabiriyle ‘aşı zehirle pişmiş’ bir nesil var karşımızda…
 
Tarihi yaratılışa denk olan sütü ‘sokak’ kelimesiyle birleştirip aşağılayarak; içinden tereyağı alınıp margarin, domuz veya soya yağı eklenmiş ne olduğu belirsiz ürünler pazarlıyorlar. Sucuğunda ve köftesinde et olmayan, baharatı inşaat boyası ve kiremit tozundan yapılan, zeytine ayakkabı boyası katan, atık yağı damıtıp yeniden satan, peyniri ve dondurmayı sütsüz yapan, ekmeği bile meçhul ve tehlikeli katıklardan üretilen bir toplumda, insan zehirlemenin suç olduğunu söyleyen bir hukuk, sadece komiktir!  

Para karşılığı tehlikeli ürünleri savunan, birkaç kuruş dünyalık için dilini yutan, kör, sağır, dilsiz sözde aydın ve bilim insanları ve daha acısı bütün bunlara ölüler kadar sessiz, taş kadar tepkisiz bir insan nesli…
 
Böyle bir nesil, kâtile para veren maktulden farksızdır. Haz ve lezzete ölümüne âşık bir gençlik… Ve yeniçağın modern köleleri üzerine kurulan karmaşık, karışık ama yaptığını bilerek yapan bir endüstri...

Doğrundan başka her şeyin yer aldığı reklâm denilen büyük şeytanî sihirle, zehrine susamış insanlığa iyiyi, doğruyu, doğalı, gerçeği, geçmişi, geleceği ve en önemlisi o mükemmel insana mükemmel olanı hatırlatmak için ve içindeki volkanik ‘endişeleri’ paylaşmak ve insânî sorumluluklarının gereğini ifa etmek için doğdu: GIDA HAREKETİ

Yaşlı kurtların karanlık zihinlerinde alınan çirkef kararlar sayesinde gıdaların ‘temiz’ vasfı yok edilmektedir. Kirli gıdalarla ruh ve beden sağlığı elinden alınan milyarlarca insana sentetik ilaçlarla sahte cennetler vaat ediliyor. Bu şeytânî planlara sessiz kalmak iblis ve avenesinin ekmeğine yağ sürmekten başka mânâya gelmez. Bu yüzden yeni bir hamleye, yeni bir dile, yeni soluklanışa ve izzetli bir duruşa ihtiyaç var. Bu yüzden ölüm bize değene kadar direneceğiz! Durmak bunamaktır, teslim olmak, kanaralaşmak ve ihanettir çünkü!
 
Bu Hareket’in hiçbir materyalist, kapitalist, emperyalist hatta siyonist hiçbir siyâsî bir yapılanmayla ve ekonomik bir güçle -sempati dâhi olsa- en ufak bir bağı yoktur. O’nun tek bağı; doğru ve hakikatledir. O’nu bu gâyesinden hiçbir güç ve irade vazgeçiremez. O, yani Gıda Hareketi; insan için yola çıkmış insânî bir harekettir!

Sizi de bekliyoruz!

Sağlık ve Güvenliği Gıda Hareketi
www.gidahareketi.org