Tarım Bakanı ve Müsteşarı, MGK toplantılarına ne zaman çağırılacak?
AB'de otlaktaki her bir inek vergi mükelleflerine günde 2,5 euroya mal oluyor. AB nüfusu içinde geçimini tarımdan sağlayanların oranı yüzde 3’ü bulmazken, Birlik (AB) toplam bütçesinin tam yarısı, tarım sübvansiyonlarına gidiyor. Peki Türkiye, gıda güvenliğini, ne zaman 'Milli Güvenlik Stratejisi' kapsamında ele alacak?
Yükselen gıda fiyatları karşısında AB tarım sisteminde reform çağrıları yeniden yüksek sesle dile getirilmeye başlandı. AB, kendi çiftçisine ödediği cömert teşvikler nedeniyle yıllardır gelişmekte olan ülkelerin eleştirilerine hedef oluyor. Tarım ürünlerinin fiyatlarındaki artış, tarım ülkelerine bakışı da değiştirecek gibi görünüyor. Avrupa'daki Türkiye karşıtlarının en önemli tezlerinden biri, Türkiye gibi büyük bir tarım ülkesinin üyeliğinin Avrupa'ya büyük yük getireceği yönündeydi.
Avrupa'nın en önemli iktisatçılarından Deutsche Bank'ın baş ekonomisti Profesör Norbert Walter ise aynı görüşte değil. Walter verdiği demeçte, 10-15 yıl sonrasında AB'de aynı tarım teşvik politikasının geçerli olup olmayacağı sorusunun sorulması gerektiğini vurguladı ve şartların değiştiğine dikkat çekti:
“Bence artık konu bu şekilde düşünülmemeli. İnsanlığın makul ve uygun fiyatlarla beslenebilmesi için her karış toprağın ekilmesi gerektiği ortaya çıkıyor günümüzde. Gıda fiyatlarının nasıl arttığını gören herkesin, tarım konusunda deneyimli, toprağı olan ülkelerin Birlik'e girmesine sevinmesi gerekir. Çünkü bu, bizim giderek daha da yokluğu çekilen tarım ürünlerini arz eden taraf olmamız anlamına gelir. Bu şekilde önemimiz artar. Bu sadece Türkiye için değil, Romanya ve tarıma odaklı bir ülke olan Polonya için de geçerli.”
AB'den acil önlem çağrısı
Gıda fiyatlarındaki artış Avrupa Parlamentosu'nun da gündemindeydi. Avrupa Komisyonu'nun kalkınma ve insani yardımlardan sorumlu üyesi Louis Michel, uygun fiyatlarla gıda döneminin geçmişte kaldığını, acilen gerekli önlemlerin alınmaması durumunda fiyatların bir daha asla eski seviyesine gerilemeyeceğini vurguladı. Michel, gerekli önlemlerin AB'nin imkânlarını aştığını, bunun uluslararası bir sorun haline geldiğini de belirtti.
Avrupa Komisyonu başta Afrika kıtası olmak üzere tehdit altındaki bölgelere 117 milyon euroluk acil gıda yardımı kararı aldı. Avrupa'da tarım üretiminin artırılmasına karşı çıkan Michel, daha çok, gelişmekte olan ülkelerde tarımın geliştirilmesinin gerektiğini vurguladı.
Yükselen gıda fiyatları karşısında en çok tartışılan biyo-yakıt üretimi konusu da gündemdeydi. AB liderleri geçtiğimiz yıl aldıkları kararla, 2020 yılına kadar Birlik'in yakıt ihtiyacının onda birini biyo-yakıttan karşılama hedefi belirlemişlerdi. Biyo-yakıt üretiminde en çok kullanılan madde, şeker kamışı, mısır, tahıl gibi tarım ürünlerinden elde edilen sıvı etanol. Avrupa Parlamentosu'nun en büyük grubunu oluşturan Hristiyan Demokratlar'dan Joseph Daul, biyo-yakıt karşıtı kampanyalara karşı uyardı.
Biyo-yakıt için kullanılan tarım ürünlerinin, toplam tarımsal üretimin sadece yüzde 2'sini oluşturduğuna dikkat çeken Daul, Avrupa'da tarım araştırmalarının genişletilmesi çağrısında bulundu. Şu anki teknolojik seviyeye göre, biyo-yakıt hedefinin tutturulabilmesi için AB'deki toplam tarım alanının yüzde 17'sinin kullanılması gerekiyor. Daul, bu oranın saman gibi atıklar kullanılarak önemli ölçüde azaltılabileceğini vurguladı.
Avrupa Parlamentosu'ndaki Sosyalist grubun başkanı Martin Schulz ise gıda fiyatlarını manipüle etmeye çalışan spekülatörlere karşı uyardı. Schulz, olup bitenin normallikten çıktığını ve gıda fiyatlarındaki yükseliş üzerinden muazzam bahisler döndüğünü belirterek, “Fiyatlar yükselsin ve kar etsinler diye tarım ürünleri sıkıntısı yaratmaya çalışıyorlar” diye konuştu.
AB vatandaşlarının gözünde suçlu ise onlarca yıldır fiyat garantileri veren, üretim fazlasını satın alan, ihracatı teşvik eden ve dev rezervler oluşturan Brüksel.
Avrupa Parlamentosu'nda liberal grubun başkanı Graham Watson, tarımda korumacılığın ve ihracat kısıtlamalarının sona erdirilmesini talep etti. Şu an yaşanan sorunun biyo-yakıt üretiminden değil, AB tarım politikalarından kaynaklandığını belirten Watson çözümün de biyoyakıtın terk edilmesinden değil, tarım politikalarında reformdan geçtiğini vurguladı.
AB'nin Tarım Politikası
Avrupa'da milyarlarca euroluk sübvansiyon, küçük çiftçinin cebine değil dev şirketlerin kasasına giriyor. Hızlı sanayileşme ekolojik tarımı öldürürken, tüketici daha fazla ödeyip, daha kötü besleniyor.
Almanya'da süt üreticileri mevcut süt fiyatlarıyla geçinemediklerini söyleyerek hükümeti protesto için sokaklara dökülüyor, Afrika'da pamuk çiftçileri dünya piyasalarındaki fiyatların düşüklüğü nedeniyle bir bir pazardan çekilmek zorunda kalıyor. Her iki durum da sübvansiyon sistemi ve uluslararası ticaret politikalarındaki çarpıklıkların bir sonucu.
AB'de otlaktaki her bir inek vergi mükelleflerine günde 2,5 euroya mal oluyor. AB nüfusu içinde geçimini tarımdan sağlayanların oranı yüzde 3'ü bulmazken, Birlik (AB) toplam bütçesinin yarısı tarım sübvansiyonlarına gidiyor. Afrika ülkelerinin çoğunda ise halkın yüzde 80'i geçimini tarımdan sağlamasına rağmen çiftçiler devletten sübvansiyon almıyor.
Aslında bu şartlar altında Avrupalı çiftçiler ve tüketicilerin dünyanın en şanslıları olması gerekiyor. Teorik olarak çiftçiler devlet desteğini arkasına alırken, tüketicilerin de ödedikleri vergiler üzerinden finanse edilen sübvansiyonlar sayesinde yeterli ve sağlıklı beslenme güvencesine sahip olması gerek.
Ancak sübvansiyon akışı böyle işlemiyor. Çünkü tarım teşvikleri küçük çiftçi ve tarım işletmelerinin değil, büyük fabrikalar ve gıda maddelerini işleyen, satıp pazarlayan büyük şirketlerin kasasına giriyor.
Tarım deyince Avrupalı tüketicinin kafasında oluşan, küçük aile işletmelerinden oluşan resim artık gerçeklerle bağdaşmıyor. Devlet sübvansiyonlarının sağlıklı beslenmeyi güvence altına aldığı öngörüsü de. Dünya tarım raporunun hazırlanmasında da görev alan, Tarımın Geleceği Vakfı'ndan Benedikt Haerlin şunları söylüyor:
“Günümüzde tüketici olarak, sanayi tarafından milyarlarca euro harcanarak yetersiz beslenmeye yönlendiriliyoruz. Gıda maddeleri için yapılan tüm reklamlar temelde sağlıksız yiyeceklerin reklamı. Tüketici olarak sorunumuz, artık dünyada yetersiz beslenen kadar hastalık derecesinde şişman insanın da bulunması.”
Hızlı sanayileşme tarımı öldürüyor
Sübvansiyonların dağılımına, pastadan en büyük payı kimlerin aldığına kısaca bir bakıldığında bunun nedeni de hemen anlaşılıyor. Küçük, geleneksel çiftçi işletmeleri değil, büyük tarım fabrikaları ve gıda sanayi. Büyük şeker ve süt şirketleri tarım ürünleri için verilen ihracat teşviklerini cebe indirirken küçük süt üreticileri hayatta kalma savaşı veriyor. Tarım ve iklim değişimi konularında uluslararası çalışmaları bulunan Dr. Susanne Gura sanayileşmenin yan etkilerine dikkat çekiyor:
“Sadece bir hayvanın ne kadar üretebileceğine baktık ve bu sanayileşme sarmalının içine düştük. Örneğin bir kuluçka tavuğu yılda 300 yumurta üretir, ya da bir inek 10 bin litre süt üretir dedik. Sanayileşmeyi geliştirerek bu sayıları daha da artırmaya çalıştık. Beraberinde başka ne tür sorunlar getirebileceğine bakmadan.”
Tüketici büyük bedel ödüyor
Bunun sonucunda vergi mükellefleri sadece sübvansiyonları cebinden finanse etmek, çevre ve iklim ile ilgili yan masrafları yüklenmekle kalmıyor, aynı zamanda kendi geçim masraflarının artmasına da doğrudan katkıda bulunuyor. İngiltere'de bir tüketici derneği 2002 yılında yaptığı araştırmada sübvansiyonların gıda fiyatlarındaki artış ve vergiler yoluyla tüketiciye maliyetini hesaplamış, dört kişilik bir ailenin gıda masrafının sübvansiyonlar nedeniyle ayda yüz euro arttığı sonucuna varmıştı.
Dünya ölçeğinde adaletsiz dağılım
ABD'de ise çiftçilerin yüzde 60'ı devletten hiçbir destek görmemesine rağmen, en zengin çiftçiler dilimindeki yüzde 10'luk kesim toplam devlet teşviklerinin yüzde 72'sini alıyor. Sonuç olarak gerek Amerika, gerekse Avrupa'da para kazanmanın yolu üretim ve hasattan değil, cebe indirilen teşviklerden geçiyor. Üretim fazlasının dünya pazarlarına akması, örneğin Afrikalı pamuk çiftçilerinin ise yaşam alanını elinden alıyor.
Afrika Komisyonu'nun Dünya Bankası rakamlarına dayandırdığı hesaba göre sübvansiyonların kaldırılması durumunda Afrika'nın pamuk ihracatı yüzde 75 artabilecek. Ancak sübvansiyonların kaldırılması sadece çevre bakanlarının değil, aynı zamanda tarım, maliye ve ekonomi bakanlıklarıyla güçlü lobilerin de üzerinde söz sahibi olduğu bir karar. Sanayi ülkelerinin sıkça bahsettiği serbest pazar ilkeleri küresel tarım piyasasında gerçekten geçerli olana kadar sübvansiyon politikalarının ağır bedelini gelişmiş ülkelerdeki tüketici ve üçüncü dünya ülkelerindeki küçük çiftçiler birlikte ödemeye devam edecek.
Halkın can güvenliğini ve sağlığını ilgilendiren gıda güvenliği sorununa Çin hükümeti öteden beri büyük bir önem veriyor. Gıda güvenliğinin sağlanması görevi sağlık, tarım, kalite denetimi, sanayi ve ticaret ile ilaç kontrolünden sorumlu 5 ayrı hükümet kuruluşu tarafından bağımsız ve aşamalı olarak yürütüyor. Bu sistemin belli avantajları bulunuyor, ancak yasanın birçok kuruluş tarafından uygulanması, sorumlulukların açıkça belirlenememesi ve denetim zincirindeki kopukluk gibi dezavantajları da beraberinde getiriyor. Çin bu karmaşıklığa bir son vermek düşüncesiyle ilgili hükümet kuruluşları arasında eşgüdüm sağlamak ve ortak ve tek bir tarım ve gıda güvenliği politikası yürütebilmek için Gıda Güvenliği Yasası çıkardı ve Gıda Güvenliği Komitesi oluşturdu. Peki Türkiye'nin bir gıda güvenliği stratejisi ve ilgili kuruluşlar arasında bir eşgüdüm var mı? Bu alanda Türkiye'de bir yetki dağınıklığından söz etmek mümkün mü? Tarım Bakanlığı Müsteşarı Vedat Mirmahmutoğulları, Le Monde Diplomatique Türkiye'nin sorularını cevapladı.
Yorum Yap