Prof Hayri Kırbaşoğlu hoca “Ahir Zaman Müslümanları'nın sorunlarını çözme çabası'yla hazırladığı alışılmış ilmihallerden farklı bir ilmihal kaleme aldı. Sadece ibadetlerden oluşmayan bu ilginç çalışmanın yemek içme, sağlık ve sporla ilgili bölümlerini sizler için alıntıladık...
Müslüman'ın neler yiyip içeceği konusunda asıl olan "mubah ve caiz" olma ilkesidir. Zira yeryüzünde mevcut olan bütün nimetler Allah tarafından insanoğlunun istifadesine sunulmuştur. Kur'an ve Sünnet yenmesi-içilmesi caiz olan nimetleri tek tek saymaz, sadece bunlara "tayyibât" kavramıyla genel olarak işaret eder, buna mukabil yenmesi-içilmesi caiz olmayan maddeleri ismen belirtir, fakat bunlar da örnek kabilinden olup, mutlak anlamda sınırlayıcı nitelikte değildir. Mesela Kur'an'a göre domuz eti -ve ürünleri-, putlar için kesilmiş hayvanlar, leş, akmış kan, şarap, haksız ve gayr-i meşru yollardan -mesela hırsızlık, gasp, hile ve kumar ile- elde edilen gelirler ve bu gelirlerle sağlanan gıda maddeleri ve benzeri maddeler kesin olarak haram kılınmıştır; dolayısıyla bunların Müslümanlar tarafından tüketilmesi söz konusu değildir.
Kur'an'a ek ve onun bu konudaki öğretisinin bir açımlı olarak Hz. Peygamber de leş yiyen yırtıcı hayvanların, sarhoş etmeyecek miktarda bile olsa, her türlü içkinin ve sarhoşluk verici maddelerin kullanılmasını Müslümanlara kesin olarak yasaklamıştır. Kur'an ve Sünnet'in bu konudaki yaklaşımından hareketle, genel bir ilke olarak "tayyibât" kategorisine giren her türlü yiyecek ve içeceğin Müslüman tarafından tüketilebileceğini; buna mukabil "habâis" kategorisine giren her şeyin tüketiminin de Müslüman'a yasak olduğunu söylemek mümkündür. Ancak karşılaşılan yeni durumlarda tayyibât (hoş, temiz, güzel, sağlıklı) kategorisinin içeriğini belirleyebilmek için, bitkisel, hayvansal ve diğer tür gıda maddelerinin insan sağlığına faydalı, en azından zararsız, hoş, temiz ve yenmesi adet olan türden olup olmadığına bakmak yeterlidir. Diğer yandan insan sağlığına zararlı ve yenmesi adet olmayan, tiksindirici maddelerin de habais (iğrenç, zararlı, pis) kategorisinde değerlendirilebileceği ortadadır. Bu bakış açısından hareketle sigara, uyuşturucu, bağımlılık yapan maddeler, zehirli maddeler, insan sağlığına zararlı nebati ve hayvani gıdalar ve maddeler, gıda benzeri ürünler, içecekler de yasak kapsamında değerlendirilmek durumundadır. Bilhassa alkollü içecekler ve uyuşturucu başta olmak üzere bağımlılık yapan maddelerin, alkol oranı ne olursa olsun -mesela bira gibi içecekler dâhil- azının da çoğunun da kesin olarak haram olduğu konusunda günümüz İslam uleması arasında büyük ölçüde fikir birliği vardır.
Bu çerçevede, içinde ne olduğu tam olarak bilinmeyen, insan sağlığı, bilhassa çocukların gelişimi açısından zararlı ve sakıncalı görülen kolalı ve gazlı birtakım içecekler, zararlı katkı maddeleri, kimyasallar ve koruyucular içeren her türlü yiyecek ve içecek maddelerinden de uzak durulması gerektiğini, bunun Allah'ın bizlere bahşettiği sıhhat nimetinin korunup kollanması adına Müslümanlar için bir sorumluluk teşkil ettiğini de belirtmeden geçmemek gerekir. Nitekim birçok Batı ülkesinde fast food denilen hazır gıdaların ve kolalı ve gazlı birtakım içeceklerin okullarda yasaklanması cihetine gidilmesi, meselenin öneminin İslam dünyasından önce Batı'da fark edildiğinin, bizlerin ise henüz meselenin önemini idrak edemediğimizin bir göstergesi olarak, oldukça anlamlı olsa gerektir.
Özetle günümüzde Müslümanlar, Kur'an ve Sünnet'in yukarıda işaret edilen yaklaşımı ışığında, karşılaştıkları yeni durumlarda nasıl hareket edeceklerine karar vermelidirler. Şayet kesin bir karar veremez de tereddüt içerisinde kalırlarsa, bu gibi durumlarda ihtiyatla hareket edip, yenip yenmeyeceğinden şüphe edilen maddelerden uzak durmak daha isabetli olabilir.
Bu vesileyle, tslami açıdan yenmesi ve içilmesi kesinlikle haram olan maddelerin bile, hayati tehlike söz konusu olduğunda, bu tehlike geçinceye kadar yenilip içilmesinin caiz olduğunu hatırlatmakta yarar vardır.
Tamamen teorik nitelikteki bu değerlendirmelere dair bazı örnekler verilmesi konunun daha iyi anlaşılmasına katkıda bulunacaktır. Mesela İslam ülkelerinde mevcut olmayan -kanguru, bison, vb- hayvanların etlerinin tüketilmesi sağlık açısından uygun ise, lezzetle de yenebilen bir durumda ise, yenmesi İslami açıdan da caiz demektir. Keza ülkemizde yeni tanınan tropik meyveler, sebzeler de aynı şekilde değerlendirilebilir. Nitekim fiilen de bu gibi meyveler Müslümanlar tarafından tüketilmektedir. Aynı şekilde kefir gibi içeceklerin de tüketilmesinde herhangi bir mahzurun söz konusu olmadığını söylemek de mümkündür. Buna mukabil, alkol oranı ne kadar düşük olursa olsun, her türlü alkollü içkilerden -özellikle gençleri içkiye alıştırmak için bir araç olarak kullanılan ve çoğu yabancı ve uluslararası nitelikteki üretici firmalar tarafından masum bir içecek gibi gösterilmek istenen bira ve benzeri içkilerden -çoğu sarhoş edenin azı da haramdır, ilkesi gereğince- uzak durulması gerektiği sonucuna varmak hiç de zor olmasa gerektir.
Öte yandan ülkemiz medyasında içki, bilhassa şarap tüketimini imrendirmeye yönelik, hem de bilim adamı unvanlı kişiler desteğindeki yayınlar ("Damar sertliğini şarapla yenin. Trakya üniversitesi rektörü Prof. Dr. Osman înci, kırmızı şaraba rengini veren özel maddenin kalp-damar dolaşımına iyi geldiğini, bunun damar senliğinin oluşumunu engellediğini bildirdi. "Şarapla sarhoş olunmaz."diyen İnci, şaraba başlanırken, alkol oranı düşük, beyaz şaraptan pembeye ve son olarak kırmızı şaraba gidilmesi gerektiğini belirtti." (Milliyet, 20.10.2003); "Şarap alkol değildir: tattır... Gençler üzüm suyuyla başlamalılar... [Şarabı) tatmalarında fayda var... Bizde şarap kültürü henüz gelişmedi... On sekiz yaş, ama gençler için şarap tatma yaşı kaçtır? Mesela on altı mı?" (Murat Birsel, NTV, 22.11.2005, 12:30-12:45); "Sofraların vazgeçilmezi şarap" (Ulusal Kanal, 05.07.2007, 13:50))karşısında da bir sivil mücadele başlatmak gerektiği artık ortadadır. İçkinin, bilhassa şarap tüketiminin %99'u Müslüman olduğu iddia edilen ülkemiz insanına, hem de muhtemelen kendileri de Müslüman olduklarını iddia eden şahıslar tarafından reklamının yapılması, içilmesi yönünde adeta dayatmaya varan psikolojik baskı ve telkinlerde bulunulması karşısında, bunu yapanlann pervasız ve fütursuzca tavırları kadar cesur adımlar atmak gerektiği açıktır. (ODTÜ Sosyoloji bölüm başkanı Prof. Dr. Sibel Kalaycıoglu ise yaptığı bir araştırmada, bütün bu reklam, telkin, psikolojik baskı ve dayatmalara karşı, Anadolu'da kadınlann, hükümetin içki, kumar ve fuhşu engelleyerek, kocalannın kendilerine geri dönmelerini sağlamasını beklediklerini ifade etmektedir (Kanal 24, 27.07.2007, 10:30))
Beslenme konusunda dikkat edilmesi gereken önemli bir husus ise, bir yanda yiyecek bulamayan ve açlık çeken, fakir İslam ülkelerdeki fakir-fukara kesimlere mukabil, başka diğer birçok İslam ülkelerinde tam tersine aşırı beslenme, şişmanlık ve beraberinde getirdiği sağlık problemlerinin ciddi boyutlara ulaşma istidadı göstermesidir. Bilhassa Batı'da ciddi bir problem hâlini alan obezite ve obeziteye yol açan "fast food" kültürü, küresel kapitalizmin ve onun ideolojisi olan "tüketim toplumu-tüketim çılgınlığının giderek İslam ülkelerini de tehdit eder hâle gelmesi, beslenme konusunun sosyoekonomik, hatta ideolojik boyutlarına işaret etmesi bakımından fevkalade açıklayıcı ve ibret vericidir. Dolayısıyla, Batı'nın bu sağlıksız ve dengesiz beslenme kültürüne karşı dikkatli olmak ve bilhassa genç nesilleri bu gibi olumsuzluklardan korumak için onları bilinçlendirmek de İslami bir görev hâlini almaktadır.
Sağlık, Spor
Daha önce işaret ettiğimiz üzere, İslami öğretinin tamamının, nihai tahlilde canın, malın, neslin, aklın ve dinin korunmasını amaçladığına dair geçmişte İslam ulemasının yapmış olduğu yorumdan harekede, bir Müslümanın canını korumak adına, hayatını tehlikeye atan her türlü riskten uzak durması da onun Müslümanlığının bir gereği ve parçası hâline gelmektedir. Bu noktada özellikle şu önemli uyarının yapılması zorunlu hâle tedir: Tek tek her bir insanın ömrünün Allah tarafından önceden belirlendiği şeklindeki yaygın ama doğruluğu hayli tartışmalı bir kader inancı -daha doğrusu Cebr akidesi- sebebiyle, genellikle Müslümanların sağlık konularına gereken önemi vermedikleri, nasıl olsa yaşayacağı ömür değişmeyeceği için, sağlıklı bir hayat sürebilmek için gerekli tedbirleri almada gevşek davrandıkları gözlemlenmekte; öte yandan ise sağlıklı beslenmenin ve -başta sigara olmak üzere, mesela Yemen'de adeta salgın hâline gelmiş olan "ğatt" otu çiğnenmesi gibi-bağımlılık yapan zararlı maddelerden uzak durulmasının da İslami bir görev olduğu genellikle göz ardı edilmektedir.
İşte bu noktada Müslümanların gündelik hayatlarında pek az yer işgal eden sağlık meselesinin mutlaka -İslam adına- gündeme alınması gerektiği rahatlıkla söylenebilir. Bu açıdan bir yandan sağlıklı beslenme ve önleyici sağlık tedbirleri, öte yandan sağlık kontrolleri ve tedavi konulan da her Müslüman'ın dikkat etmesi gereken hususlar arasında yer almak durumundadır. Bu, hem İslam ümmetinin sağlıklı fertlerden oluşması, sağlıklı bir toplum oluşturması, hem de bunun İslamî ideallerin hayata geçirilmesi açısından önem arz etmesi sebebiyle gerekli olduğu gibi; İslam dünyasında, sağlık konusundaki bilgisizlik, ilgisizlik ve aldırmazlık sebebiyle ortaya çıkan sağlık problemlerin çözümü için harcanan fevkalade büyük meblağların yol açtığı ekonomik kayıpları önlemek açısından da gereklidir. Zaten fakir olan İslam ülkelerinin bir de sağlık ve tedavi alanında büyük harcamaların yüküyle karşı karşıya kalmasının, bu ülkeleri ekonomik açıdan nasıl zayıf ve güçsüz bir hâle getirebileceğini tahmin etmek zor olmasa gerektir. Sağlık konusunda İslam toplumlarının bilinçlendirilmesi ile bu mahzurların önüne büyük ölçüde geçmek pekâlâ mümkün olduğundan, artık İslami eğitim-öğretim adına, bu gibi konulara da yer verilmesi -Hayatın korunması ilkesi uyarınca- fevkalade isabetli olacaktır. Bu çerçevede mesela hastalıklar karşısında -üfürükçülerin, kendilerine hoca adı veren istismarcıların, şifacı adı veren sahtekârların ağına düşmeksizin - mutlaka doğrudan sağlık kuruluşlarına başvurma, bu konuda "nasıl olsa geçer" diyerek ihmalkâr davranmama, imkân varsa belli aralıklarla sağlık kontrolleri yaptırma, özellikle ağız ve diş sağlığı konusunda belli aralıklarla kontrollerden geri kalmama şeklindeki bir sağlık anlayışı yaygınlaştırılmalı ve bir hayat tarzı hâline getirilmesine çalışılmalıdır. Unutmamak gerekir ki, İslam dünyasının geleceği manen olduğu gibi bedenen de sağlıklı nesillerle mümkündür.
Burada bilhassa ağız ve diş sağlığıyla ilgili olarak, altın diş kaplamanın caiz olmadığına, gusül abdesti almadan diş dolgusu yaptırmanın caiz olmadığına, yaptırılan dolgu ve kaplamaların ise sökülmesi gerektiğine dair akla ziyan bazı iddiaların, ehil olmayan kişilerin indi mütalaalarından öteye geçmediğini ve itibar edilmemesi gerektiğini de vurgulamak gerekir.
Sağlık hizmetini alan Müslümanlar için genel olarak vurgulanması gereken bu gibi hususlar yanında, bu hizmeti sunan Tıp dünyası için de işaret edilmesi gereken hususlar elbette vardır ki, bunları şu şekilde özetlemek mümkündür: Koruyucu tıp ve hastalıkların tedavisi konusunda tıp bilimi esas olmakla beraber, İslam medeniyetinin tıp anlayışının, Batı'da egemen olan ve İslam ülkelerinde de yaygın olan seküler, pozitivist ve maddeci yaklaşımlardan temelde farklı olduğunu, zira Aliya Izzetbegoviç'in ifadesiyle İslam medeniyetinde tıp biliminin "ilim, hikmet ve ahlak"tan oluşan üç boyutlu bir yaklaşımın ürünü olduğunu da burada vurgulamakta yarar vardır.
Bu meseleyle ilgili olarak Müslümanların gündemlerinde pek yeri olmayan bir başka husus ise spordur. Dünyada olduğu gibi -başta ülkemiz olmak üzere- İslam toplumlarında da spor fertlerin sağlık amacıyla başvurdukları bir faaliyet olmaktan ziyade, bir temaşa konusu, seyirlik bir eğlence, daha doğrusu kitleleri uyuşturmak için toplumlara sürekli pompalanan bir uyuşturucu ve kâr amaçlı ticari bir faaliyet olarak işlev görmektedir. Hatta futbol örneğinde olduğu gibi, bazı sporların adeta modem bir din hâline geldiğinden dahi söz edilmektedir. Elbette burada kastettiğimiz, böyle bir spor anlayışı değildir. Bilakis burada kastedilen, sağlıklı kalmak ve sağlıklı yaşamak için bizzat her bir Müslüman'ın yerine getirmeye çalışması gereken sportif faaliyetlerdir. Sadece erkeklerin değil, hanımların da teşvik edilmesi gereken sportif faaliyetler konusunda İslami açıdan dikkat edilmesi gereken en önemli husus, spor adı altında gerçekleştirilen faaliyetlerin gerçekten insan sağlığına yararlı faaliyetler olmasıdır. Ama mesela dünyada spor kategorisinde değerlendirilmesine rağmen, boks vb. gibi şiddete dayalı, insan hayatı açısından risk içeren, tabir caizse "kanlı spor"lardan uzak durulması gerektiğini söylemeye bile lüzum yoktur. Bu gibi şiddet içeren sporların, insan hayatı ve sağlığı açısından yol açacağı zararlar ve risklerin derecesine göre "haram" kategorisinde değerlendirilmesinin bile söz konusu olabileceğini asla unutmamak gerekir.
Bu noktada gerek erkekler, gerekse kadınlar için, bazı sporları yaparken giyilmesi adet olmuş kıyafetlere dair bazı açıklamaların yapılması da yararlı olacaktır. Bilhassa oldukça kısa şort ve mayo ile yapılan sporlar konusunda Müslüman erkeklerin çekingen davranmaları son derece normaldir. Keza Müslüman kadınların da, adeta plaj kıyafetini andıran mayo vb. giyildiği spor dallarından uzak durmalarında da garipsenecek bir durum yoktur. Zira İslam'da ilke olarak, gerek kadınların, gerekse erkeklerin bedenlerini teşhir etmeleri değil, örtmeleri esastır. Bu bakımdan gerek erkeklerin, gerek kadınların sportif faaliyetlerde bulunurken, İslami kurallara uygun düşen kıyafetleri tercih etmeleri veya Müslüman kadınların hassasiyetlerini gözeten spor tesislerinde ya da bu hassasiyetlere uygun ortamlarda bu gibi faaliyetleri sürdürmeleri uygun olacaktır. Zaten mevcut spor dallarının tamamının mutlaka tercih edilmesi gibi bir gereklilikten söz etmek de son derece anlamsızdır.
Binaenaleyh, herkes kendi inancına, dünya görüşüne, hayat tarzına uygun olanları tercih edebileceği gibi, Müslümanlar da herkes gibi kendi inancına, yani İslami öğretiye aykırı düşmeyen -mesela eşofman ve benzeri kıyafetlerle yapılabilen- spor dallarını tercih edebilirler. Bu noktada İslam toplumlarında kadınlara özel spor tesislerinin hizmete sunulması ve onlara uygun imkânların hazırlanması da bir çözüm olarak düşünülmelidir. Plaj kıyafetiyle sahillerde güneşlenmesi söz konusu olamayan Müslüman kadının, özellikle sağlıklı kalabilmek için güneş ışığından yararlanma konusunda ciddi sıkıntıları olduğundan, bu ihtiyacı giderecek özel tesis ve imkânların hazırlanmasının, onlar için ayrı bir önem arz ettiğini de göz ardı etmemek gerekir. Ancak bu, her spor dalında hanımların mutlaka erkeklerden ayrı mekânlarda faaliyet gösterecekleri anlamına da gelmemektedir. Bilakis İslami kurallara uygun şartlarda, erkeklerle kadınların aynı mekânda, bir arada spor yapmalarının da mümkün olduğunu ifade etmekten çekinmemek gerekir. Bu noktada İslam toplumlarının örf âdetlerinin de belirleyici, bazen de kısıtlayıcı olduğu göz önüne alınacak olursa, mesela Afganistan ve Suudi Arabistan ile Mısır ve Türkiye, ya da İran ve Malezya gibi ülkelerde kadının spor yapma imkânlarının ve kısıtlılıklarının da farklı düzeylerde olacağını kestirmek zor olmasa gerektir. (Hayri Kırbaşoğlu, Ahir Zaman İlmihali, Yayınevi Yayınları)
Yorum Yap